Açlık, vücudumuzun fonksiyonlarının devamlılığı için ihtiyaç duyduğu yakıttır. Hayatta kalabilmemiz için gereken optimum oksijeni sağlamaya çalışır tüm bu aktiviteler için enerjiye ihtiyaç duyar. Bu enerji de kişinin aldığı besinlerden karşılanır. Gündelik hayatta yemek yemenin tetikleyicilerini anlayabilmek, müdahale edebilme açısından oldukça önemlidir. İnsanlar sık sık aç olmadıkları halde yerler. Bunun bir nedeni çoğumuzun, vücudun yemeğe ihtiyacı olduğunda bunu karşılamıyor olmamızdır. Eğer emin değilsek, 20 dakika daha beklemeli ve kendimize ‘Ben aç mıyım?’ diye sormalıyız. Yemek yedikten 3 saatten kısa bir süre geçtiyse ve açlık hissediyorsak bu gerçek açlık değildir. Bir sonraki ana öğün zamanımız gelene kadar kendimize meyvelerle kokteyller yapabiliriz.
Ruh durumumuz değiştikçe yeme alışkanlıklarımız da değişir. Olumsuz ve olumlu her iki duygu hallerimizde de yeme düzenimiz bozulur. Açlığı ‘Fizyolojik Açlık ve Psikolojik Açlık’ olarak iki şekilde sınıflandırırız. Araştırmalar, kişilerdeki açlık sebebinin % 75 oranında duygusal etmenlerden kaynaklandığını gösteriyor. Duygusal açlığın bir diğer karşılığı ise ağız açlığıdır. Psikolojik açlıkta şartlanma söz konusudur. Kişiler bir süre yeme saatlerini belli bir periyodik düzene yayarak yemişlerse, o saat geldiğinde kendini acıkmış hisseder. Bu insanlar sürekli yemelerine rağmen doymazlar. Yeme sebepleri tamamen duygusaldır. Kendine güvensizlik, yedikçe mutlu olanlar için daha fazla mutlu olma arzusu, ekonomik sıkıntılar gibi çeşitli duygular kimilerini yemeğe yönlendirir çünkü yemek oyalayıcıdır, dikkat dağıtıcıdır. Fakat bu geçici bir çözümdür, yedikten sonra yine endişeler, sorunlar hatırlanır. Hatta bunun üzerine fazla yemiş olmanın getirdiği pişmanlık duygusu da eklenir.
Kızgınlık ve öfke sağlıksız yemenin temel sorunudur. Bu hisler huzursuz edicidir ve genellikle açlıkla karıştırılır. Yorgun, bitkin, depresyonda olan kişiler kendini süt ve süt ürünlerine adar. Süt ürünleri antidepresan ilaçlarıyla aynı nörolojik etkiye sahiptirler. Psikolojik olarak acıkmış insanların yöneldikleri yiyecekler genellikle karbonhidratlarca zengin, seratonin (mutluluk verici hormon) uyarıcı içeriği olan, temel besin öğesi olmayan besinlerdir. Mideniz dolu olsa da duygularınızı bastırmak için hala yiyorsanız, daha yemeye devam edeceksiniz demektir. Tam tahıl ürünleri, fasulye ve sebze gibi daha kompleks karbonhidratlar içeren aperatifler ve yemekler seçmek besin içeriği açısından size daha faydalı olur.
İnsanlar yemek için ya da rahatlık için kendilerini avutma eğilimindedir. Duygusal açlıktan uzak durabilmenin en önemli yolu farkında olabilmektir. Buna öncelikle yeme günlüğü tutmakla başlayabilirsiniz. Ne zaman ne yediğinizi, yedikten sonra duygu durumunuzun ne yönde değiştiğini yazın. Duygusal açlık aniden gelir. Eğer midenizde guruldama, kramp, baş dönmesi, baş ağrısı gibi bir takım belirtileriniz yoksa muhtemelen gerçekten aç değilsiniz. O anda yiyecekle ilişkilendirilmeyen başka şeylere yönelin.
Kendi kendinizin terapisti olun, fiziksel aktivitelerde bulunun. Örneğin kitap okuyun, müzik dinleyin, telefonla konuşun, yüzün, bisiklet sürün, yürüyüşe çıkın. Bunun artı bir yanı, duygu durumunuzu kontrol eden özgüven, kendine saygı, kişisel güç duygularını teşvik etmesidir.
Fiziksel açlık ise ihtiyaçtan doğar. Enerjimizi karşılamak için kalori alıyorsak bu fizyolojik açlığın sonucudur. Gerçek açlıkta kan şekerimiz düşmüştür, mide ve bağırsaklarımız boştur. Baş dönmesi, gurultular, mide krampları, bulantılar görülür. Fizyolojik açlık temel besin öğeleriyle giderilir, doyduğunuzda bu his kaybolur.
Açlığınız fizyolojik mi yoksa psikolojik mi? Bunu ayırt edebilmek için kendinizi çok iyi tanımalısınız. Ne zaman ne yiyorsanız yemeden önce hissettiklerinizi gözden geçirip, bir günlüğe not etmeli ve bu yiyeceğe vücudunuzun o anda ihtiyacı olup olmadığını sorgulamalısınız. Neden yediğimizi bilirsek yemek seçiminde kendimize daha faydalı oluruz.
UZM.DİYETİSYEN AYFER BOZKURT
DİYETİSYEN BEGÜM KURAN